Selman
TEKİN*
Özgürlük,
yaşadığımız dönemde ve geçmişte sürekli sorgulanan ve tartışılan bir kavramdır.
Özellikle son 200 yılda hemen her şeyde evrensellik arayan insanlar, henüz
özgürlük kavramı için bunu başaramamıştır. Bu kavramın bu kadar tartışılmasının
sebebi belki de gün geçtikçe insan kendi içine kapanmasına sebep olan
sanayileşmenin, ekonomik olarak çarpık durumlar yaratmasıyla oluşturduğu modern
köleliktir. Yaşam koşulları her ne kadar değişse de insan var olduğundan beri
var olan, insanın varlığını anlamdıran sorular-sorunlar değişmeyecektir. Çünkü
biz biliyoruz ki insan insanın özü de değişmeyecektir. Bundan binlerce yıl önce
de özgürlük sorunu vardı bu gün de var ve yarın da mutlaka özgürlük sorunu var
olacaktır.
Binlerce
yıl önce insanlar belki özgürlük kavramını tartışmıyorlardı ama özgürlük için
mücadele ediyorlardı, özgürlük için savaşıyorlardı. Bugün insanlar için
savaşmasa da esaretleri onları savaşmaya zorluyor ve bunu neredeyse kaçınılmaz
kılıyor. Çünkü özgürlük, istediğini yapmak değil istemediğini yapmamaktır.
İnsan istemediği işlerde çalışıyor, istemediği toplumda yaşıyor, istemediği
koşullarda büyüyor ve daha nicesi… Bu engeller insanları mücadelenin ortasına
itiyor ve özgürlük için isyan kaçınılmaz bir hal alıyor.
Bir
bağımlılıktan kurtulmanın yolu başka bir bağımlılığı sahiplenmekten geçer.
Çünkü her şeyden bağımsız bir hayat yaşanmak bir kenara düşlenemez bile. Her
özgürlük mücadelesi zafer ile sonuçlandığında başka bir kısıtlamanın getirdiği
başka bir özgürlük mücadelesi baş gösterir. Buna pro-feministler, veganlar,
çevreciler örnek olarak gösterilebilir. Çünkü özgür olmak bireyler için
geçerlidir. Her özgür birey aynı zamanda her canlının hakkını tanımalı ve
savunmalıdır. Haksızlığa, esarete, zulme göz yummak özgürlük kavramına sığmaz.
Bu nedenle her özgür birey, her canlının her türlü hakkını savunmalıdır. Özgür
bir birey olmak insanları her şeyden bağımsız kılmaz. Bu sebeple sınırsız bir
özgürlük istemek hayalden öteye geçemez. Bu hapsolmuşluk insan için önce zaman
ve mekân içerisinde sınırlı kalır ve daha sonra insanın dünyaya karşı
oluşturduğu bir bakış açısının belli kalıplar içerisinde olmasıyla devam eder.
Özgür olan insan ile esaret altında kalan insanın hayata bakış açısı farklı
denklemler ortaya çıkarır. İşte bu kişisel denklemler insanın yaptıklarını ve
nihai amacını belirler. Özgür olan insan attığı her adımı nihai amacını
düşünerek atar fakat esaret altındaki insan öncelikle her adımını özgürlük için
atar. İşte bu eşitsizliği ortadan kalkması için esaret altındaki kişinin
yaşanmamış yeni bir ömüre ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde kişinin hayata olan
bakış açısını tamamen kişisel yorumlara kalmış olur.
“İnsan
özgür olduğunu nasıl anlar?” sorusuna baktığımızda şöyle bir cevap verebiliriz:
İnsan bu durumun varlığın özünden önce geldiğini kabul ederek anlar. Eğer
özünün varlığından önce geldiğini kabul ederse eylemlerinin sorumlusu olmaz,
ona sunulan yaşamın bir oyuncusu olur. İnsanın toplum içinde yaşayan bir varlık
olması onun münzevi bir hayat yaşamasını imkansız kılar, çünkü bireyin toplumdan
uzak durması, toplumun bireyden uzak durması için yeterli değildir. Sanayi,
nüfus, kentleşme ile sürekli genişleyen sosyal alanlar münzevi hayatın
yaşanacağı bölgelerin sınırlarını tehdit eder ve zamanla bu bölgeleri de içine
alır. Hiçbir özgürlük her şeyi mutlak bir şekilde kapsayamaz. Çünkü insan
toplum içinde yaşar ve sınırsız bir özgürlük başka bir kişinin özgürlüğüne
mutlaka engel teşkil eder. Bu durum her iki tarafın da ortadan kaldırır. Tek
temennimiz esaretin mümkün olduğu kadar az olduğu bir hayat.
*Sakarya
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, 3. Sınıf Öğrencisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder